27 Eylül 2011 Salı

Happiness is a Warm Gun

İnsan hem kolay alışıyor değişenlere hem de kolaya alışıyor üşendikçe.
Daha çok okumalı diyorum mesela kendime ama beyni uyuşturan manasız diziler kolayıma geliyor. Daha fazla arşınlamalı sokakları diyorum her sabah ama aylık akbilin konforuna yeniliyorum akşamları. Daha çok üretmeli, yaratıcılık beslenmeli diyorum; lakin "yapılmışı var" diye fısıldıyor kulağıma kolaycı yanım.
Tembelliğe alışıyorum.
Harcamaya alışıyorum.
Kolaya kaçmaya alışıyorum.
Hala alışamadığım yegane şeyi de tembelliğimle alt edeceğim günlerin hayaliyle yaşıyorum.
O gün gelince ben de derim belki:
Dışı sevda içi zindan değilim artık.

23 Eylül 2011 Cuma

Cry of Mankind

Dünkü gri gökyüzü gidince hava açmış oluyor ya hani.
Külliyen yalan! Güz dediğin havaya değil sana gelir bir kere.
Bir kez gelince de kolayca gitmez. O  yüzden şöyle şeyler dinlemek lazım:

Havalar değil ama yeni kafalar açar belki.

8 Eylül 2011 Perşembe

Crystal Mountain

Bugün gereğinden daha fazla kahve içtim gibi bir his var içimde. Bakalım kalbimde çarpıntı, gözümde seğirti ya da en azından midemde bulantı gibi yan etkiler görebilecek miyim?
Domuz bünyesine sahip bir öküzümsü bağışıklık sistemim var ve -her ne kadar yareppi bin şükür dinimiz amin! diye düşünsem de- bazen bu duruma içerlemiyor değilim. Nedeni? Saçma görünebilir ama şöyle açıklamaya çalışayım:
Çümnkü ben de o narin ve kırılgan ve kibarca tutulup pamuklara sarılası kızlardan olmak istiyorum bazen. Çok kahve içince kalbim çarpsın, fazla sıcaklarda tansiyonum düşsün, çok soğukta burnum kanasın, ilgi çekebileyim, etrafımdakileri kendime pervane edebileyim istiyorum. Ama ne gezer?!?!
Düşüp bir yerini kanatınca gülmeye başlayan, halsizlikli bir grip geçirirken bile votka-redbull'u ilaç edip dansetmeye devam eden, kolay yanmayan bir esmer deriye sahip olan, alkol komasına girmedikçe bayılamayan, tansiyonu düşünce kendi tuzlu ayranını kendi yapan bir insan oldum hep. Böyle anlatınca çok iyi bir şeymiş gibi oldu ama küçük prenses hissiyatı ne menem bir şeydir, merak ediyorum arada.
İşin kötüsü bu yaştan sonra da kolay kolay değişmiyor bazı şeyler. Bunca yıldır artık nasıl alışmışsa çevremdekiler über dayanıklı yıkılmaz adam hallerime, biraz naz yapmaya kalktığımda "Ay ne oldu sana? Hiç böyle değildin! Git kendi aspirinini kendin al eczaneden..." filan demeye başlıyor. Yani sizin anlayacağınız, kimse benim uyduruktan prenses tavırlarımı yutmuyor!
Bu kadar kahve içince canım yanında çuklata çekmeye başladı. Ben şimdi bir koşu Karfur'a gidip kakao yüklemesi yapayım kendime en iyisi. Bakarsınız alerji filan olurum da ofiste bir ilgilenen olur...

P.S: İlgi çekme çabası orta yaş bunalımı gibi bir şey mi ki acaba?

7 Eylül 2011 Çarşamba

Eye of the Tiger

Bugün sol gözümde hatırı sayılır bir kaşıntı ile güne başladım.
Oysa ki bir önceki günün kapanışını, sümüklü burunlu selpaklı uyuma şeklinde yapmıştım.
Tüm veriler bir araya geldiğinde, orta dereceli alerjik semptomlara işaret etse de bunu sonuna kadar reddeceğim ve gözümü yasladığım çaylı pamuğun ardına gizlenmeyi sürdüreceğim.
Çünkü sorunların üzerine gitmektense, onları göz ardı etmenin daha etkili bir çözüm yöntemi olduğuna inanıyorum.
Misal, canımın isyan bayrağı çekip ÇALIŞMAK İSTEMİYORUM diye haykırdığı günlerde, gelen mailleri okumuyorum ve bu şekilde o işler kendiliğinden hallolmuş gibi hissediyorum. Gerçi sonra müşteriler taciz telefonları açmaya başlıyormuş ve şirkette adım ulaşılamayan insana çıkıyormuş ve iş dünyası bu tür hataları pek kaldırmazmış filan. (Bunları geçen ay, müdürümle başbaşa yaptığımız bir genel toplantı sırasında öğrendim.) Fakat varsın, olsun. Kovulmaktan korkacak halim yok herhalde!
Ne münasebetle?