29 Kasım 2010 Pazartesi

Where is my Mind?

http://fizy.com/#s/1m4mma

Bir gittim pir gittim. Dönemedim bir türlü bu mahalleye.
Özüme döneyim diyeydi zaten tüm çaba ama evime bile dönemez oldum en sonunda.

Dilim döndüğünce: İşler epey karıştı canlar.
Dilimin dönmediği yerdeyse uzanan bomboş ve apak sayfalar...

Geçmiş günlerde aynı fikri yakalayabildiysek ucundan da olsa ya da ılık tebessümünüzün sebebi olabildiysem umulmadık bir anda... Belki iyi bir dilek yollarsınız bana hava kararınca. Hava kararınca içim de kararmasın veya doğan güneşle gelen aydınlık ruhuma da kaçsın diye. Ruhum kaçacak delik aramayı sürdürecek aksi takdirde.

Elbet gelirim bir ara gene bu mahalleye, gelince tıklarım sizlere de. Kalın sağlıcakla...



10 Kasım 2010 Çarşamba

Why Don't We Do it on the Road?

Yeni aldığım parfüme bayıldım. Bu kadar güzel kokabilir bir hatun kişi ancak. Kendisini eşarbıma boca ettikten sonra eşarbı boynuma dolayıp oturdum. Yaklaşık yarım saat sonra erotik hayallere dalmış olduğumu farkettim. Kendimi kendi kokumla tahrik ettim. "I just turned myself on" adlı bir beste yapmak istiyorum, Katy Perry styla!



İzmir'in barlarında biranın yanına turşu getiriyorlar. Turşuya sadece hamilelik dönemlerimde değil, normalde de aşerdiğimden çoook hoşuma giden bu uygulama meğer muhteşem de bir lojik barındırıyormuş bünyesinde. Turşu yapısı gereği insanın içini yakan bir gıda olduğundan, turşuyu yedikçe daha çok susayıp daha çok bira sipariş ediyormuş insanlar. "Oh la la!" öyle değil mi? Bol tuzlu patlamış mısırın ardında da aynı mantık yatıyormuş netekim.


Bira dedik alkolden devam edelim. Yıllardır köpek gibi içmeme rağmen hala 3.biradan sonra hayatım blurlanmaya başlıyor. Ucuza sarhoş olmak bir yandan güzel olsa da bir ufağı tek başıan devirip masadan babalar gibi kalkan hatunları da kıskanmıyor değilim. Bir de dün gece, evde tek başına şarabını yudumlayan hüzünlü ve güzel kadını oynadım. Bence rolümün epeyce hakkını verdim. Hoşuma da gitti halim. Böyle böyle alkolik olurum artık...






 



9 Kasım 2010 Salı

Pantolonunu Çok Sevdim, Çıkar Onu Bebeğim!

Yıllarca kılığa kıyafete önem vermediğimi iddia ettim. Pespaye sayılmasam da hiçbir zaman kokoşluk seviyesine erişemedim. İçten içe bu tavrımı beğendim. Kıyafete para vermemekle gurur duydum. Fakat geçen yılların sonunda yepyeni bir şey kefettim: Aslında gayet de şekilciyim! Kıyafete önem vermekle kalmayıp, insanları buna göre yargılıyor, haklarında karar veriyor ve en kötüsü de bundan pişmanlık duymuyorum.

Nasıl ki kotunun üstüne hiçbir şey giymeyerek bize karın kaslarını sergileyen yalınayak adam aklımı başımdan alabiliyorsa, yanlış ayakkabı seçimi de libidomu bir anda sıfırlayabilir. Mesela adam dediğin,
  • Parmak arası terliğin plaj dışında ayağa takılmayacağını,
  • Eşofmanın sadece evde giyilmesi gerektiğini,
  • Slip donların tedavülden kalkışının her yıl şenliklerle kutlanıldığını,
  • Boxer dediğinin efendi olması gerektiğini, öcüklü böcüklü cicilerin ancak "cici"lere yakıştığını,
  • İster siyah ister haki ister beyaz olsun hiç farketmez, herhangi bir tür atletin karizmayı dağıtacağını,
  • Erkek kazaklarında, gömlekerinde ve t-shirtlerinde pempe, eflatun, mor vb renklerin olmadığını,
  • 80'lerin gözde glam rock yıldızlarından biri değilse dar kotla cool olamayacağını,
  • Kolye, bileklik, yüzük gibi aksesuarların bayanlar için olduğunu bilir!


Bilmeyenler isterse ağızlarıyla kuş tutsunlar, ben onlara erkek demem! Ki ağzıyla kuş tutuyorsa zaten direk giysin pempe kazağıyla kalpli boxerını, zira saksoda görsellik de önemli bir yer tutar kanımca.

Acaba ben mi çağın çok gerisinde kaldım yoksa hislerimi paylaşan sessiz bir kitle hala mevcut mu çok merak etmekteyim.

5 Kasım 2010 Cuma

Mustang Sally


Milliyet çok acaip bir gazete. Yani hürriyet de okuyorum mesela ama o bile bu kadar tuhaf gelmiyor. Gerçi bir an düşündüm de... Hürriyet bir gazete olarak kafamda meşrulaşmaya başladığına göre, gri hücrelerim yavaş yavaş peynir kıvamına geliyor demektir. Ürktüm! Neyse canım, ben başka bir şeyden bahsediyorum. Milliyet diyorum, akıllara zarar maşallah! Tabi ki meşhuuuur foto galerisinden bahsetmeye lüzüm dahi yok! Bugün gördüğüm şu albüm yüzünden ofisteki herkes manik olduğuma kanaat getirdi. Çünkü sandalyemden düşene dek güldüm kendi kendime. Ama allah rızası için bir bakın yaa! Resmen Bülent Ersoy olum bu!!! Sanki Bülent Ersoy, Hande Yener'e "Hacıt üstüme giyecek iki parça bir şey veriver de ben bir boy İngiltere yapıp geleyim." demiş gibi. Ay hala gülüyorum ya baktıkça...


Akabindeyse şöyle birşey buldum. Bıçak gibi kesiliverdi gülmem. Sonra diyorlar ki yok efendim bloglarda hep bir tepki bir agresyon... [Telekinesis bu lafım sana!] İyi de sinirlenmekte haksız mıyım a dostlar? Bu ne şimdi a.k? Sen uçan fil Dumbo'nun ayakları yere basan versiyonuyken taşing kıvamına gel, sonra da çık meydana bikir bikir öt: Ay dombul dombul memelerim de ne güzeldi de, kıvrımlarım da bilmem ne! Hadi leeeeyn! Hırıspı seniii! Hiç sevmediğim pis ayaklar bunlar. Ha hevesle başladığım diyet her leziz sofrada suya düşüyor olabilir ve sinirim bundan sebep de olabilir ama gene de yalan dolan beyanlar bunlar ya! Sinirimi zıplattı sabah sabah.





Bu arada Sonisphere 2011 diye söylenti zıbırtmışlar. Bir line-up var ki "Biri bizle t.şak geçiyor" dedirten cinsten. Kesin kafaya alınıyoruz ama haydi hayırlısı, dedikleri doğru çıkarsa hacı oluruz allahıma. Çıkmazsa da canları sağolsun. Onun yerine paraya kıyar Bon Jovi ile avunuruz. Ön sıralardan sahneye doğru el-kol uzatan gözü yaşlı ergen kız tribine bağlarız, değişiklik olur.



=> Gideri yüksek, götürülebilitesi düşük bu gibi adamlar kalbimi kırıyor!




O değil de... Ben dün tavuk suyuna makarna yaptım. Vallahi bayağı hoş oldu. Böyle tavuklarla makarnalar aynı suyun içinde pişiyor, sonra makarna o suyu çekiyor falan... Böyle anlatınca epey iğrenç durdu, midem bulandı valla ama yerken çok hoştu be. Acı falan da koydum biraz. Gelsin baharatlar, gitsin çeşniler... Ooh miss! Yemek yapmaya başlamak distimik hayatımdan sıyrılma çabalarımın ilk basamağını oluşturuyor. Afferim lan bana.
MB sana puanım 9!

[Friends sevgim hakkındaysa konuşmak dahi istemiyorum. Öyle böyle değil zira kendisi! Belki bir gün ayrı bir yazı yazarım bununla alakalı.]

Öperim canlar...





 



 

1 Kasım 2010 Pazartesi

So Tell the Girls I'm Back in Town

Şu minnacık tatili fırsat bilip kendime ufacıcık bir kaçamak verdim.
Aile denilen huzur yumağının kollarında, kuzen denilen neşeli insanların kahkahalarıyla demlendim.
Güneş içime işlesin diye bağrımı göğe açmışken üşüyen ayaklarımın sesine kulak vermedim.
Ayaktan üşüten insanın karnındaki gaz sancısını hiçbir battaniye dindiremezmiş, öğrendim.
Yabancı'nın memleketi burası diye düşünüp, "Kitap zevkimiz de tuttu deyyusla" derken sevgilimi özledim.
Puslu Kıtalar Atlası ile bulamadığım yoluma yüreğimden bir pusula çizdim.
Pompalı tüfekle koca bir kayayı vuramayıp, omzumu tüfeğe teptirmekle yetindim.
Silahlara antipatim genetik sebepli değilse de hayvan sevgim ırsiymiş, kabullendim.
Ikea'ya giren anne, yitik anne imiş, sabretmek gerekmiş, tecrübeyle sabitledim.
Sahil soğuğunda bira, palmiye gölgesinde rakı, otopark köşesinde tekilayla gülümsedim.
Ama hepsinden çok teyze mutfağının türk kahvesini özleyeceğim.
Çünkü şimdi gene "normal"in başlayıp "huzur"un tükendiği yerdeyim.
Ev(!)deyim.
Çok bilindik bir kokuyla süslenmiş, tanıdık bir tende çekeceğim uykuya hasretim.
Buyrun bu da tatilimdeki müziğim.