31 Ağustos 2010 Salı

Blackbird Sings

Aile yanı tatili diye bir şey var. Değişik. Güzel. Sen yatıyorsun, annen de ağzından içeri yemek döküyor. Arada baban dürtüyor. Seni yerinden kaldırıp çivi çakma ritüeline çırak ediyor. Bir kuş yuvasını izle mesela 3 gün falan, özünde aynı mantelite.


Ben de bundan yaptım işte. Dumanı tepesinde tüten sıcak bok  kadar taze mekanımı (blog çirkin bir laf değil mi sizce de?) ondan kelli savsakladım. Dağ başında ahşap boyama sanatına kendini kaptırdığımdan yani. Hayatının baharında emekli olmuş kişi oldum 5 günlüğüne, günümüz Benjamin Button'unu başarıyla sahneledim.


Aile hayatı hususunda herkes ben kadar ballı değil, şanslı piçin önde gideniyim, evet. Knuyu daha fazla ballandırmayacağım. Fakat aklım kaldı orada, o dağ tepesinde.


Şimdi kafam boş. Ruhum desen ha keza. Kendimi toparlayınca anlatmak istediğim şeyler var. Ama toparlanınca...

 
Bir kaç güne...

25 Ağustos 2010 Çarşamba

The Person You've Called has not been Lovin U Anymore

Telefon hiç çalmaksızın bet sesli kadın konuşmaya başlayıp da "Haydi başka kapıya!" deyince insanın canı sıkılıyor. Sıkılıyor amma iletişim sorunu salt telekominükasyon safhasında kalsa bunca dokunmaz adama.
Ne zaman ki telefon direkleriden inip yürek seviyesine çıktı bizdeki iletişememe hali, o zaman darlanmaya başladık için için. Dayak mı yedin, karakola mı düştün, sokaklarda sarhoş mu sürttün? Haberim yok.
İki kızar, karşılıklı bağrışırdık çok çok ama sonra iyileştirirdik izleri azar azar. Tabi sevmek lazım bunun için, sevmeye ise g.t! Bizde var mı peki hala o g.t? Maalesef bundan da haberim yok.

24 Ağustos 2010 Salı

We all Live in a Yellow Submarine!

Kendi kendine psikanalizin b.kunu çıkaran insan pek sevimsizmiş, bugün sebepleriyle birlikte bunu irdeleyeceğiz:

Şimdi sen o kevaşe Bihter kendine kıydı diye ağlayacak kadar ebleh ve 10 saniye sonra ekranda beliren Mr.İvedik'in apış arası kaşımasına gülecek kadar sığ isen bizim günahımız ne?  Neden kendine yakıştırdığın -ve muhtemelen seni cool gösterdiğine inandığın- manik-depresif  teşhislerinle beynimizi darlıyorsun ki? Distimik ömrümün sebebi sensin yemin ederim! Ama tabi kabahat sende de değil, seni bu hale getiren ebeveyn bozuntularında! Şu tip analar oldukça bu tip bebeler büyüyüp bize musallat olmaya devam edecek:

Misafirliğe gittiği evin salonunu hipodrom sanmış beygir yavrusu veledini kastederek "Bizim oğlan pek hiperaktif maşallah!" diyen teyzeye biri bildirmeli: Alnının çatına okkalı şamarı vaktinde yemediğinden kelli haylaz yetişmiş çocuğuna teşhis koyup bir de bunu marifet sanman, analığının tüm kutsallığını s.kip atıyor haberin ola! Sonunda seni "Hiparektif Veloların Çilekeş Anaları" derneğinin eline vereceğim ve linç edilmekten de son anda kurtarmayacağım, uyarmadı deme!

Son sözüm size eyy gırandperıntlar! Eyyy SNS Zincirinin (Sorunlu Nesillerin Sorumluları) ilk halkasını oluşturanlar.. Evet yaşlısınız, hatta bilgesiniz, yeri gelir gül suyu kokulu ellerinizi öperiz ammaaa... Torununuz ileri zekalı değil! Hiç olmadı, hiç olamayacak! Artık lütfen bunu anlayın! O yaştaki tüm çocuklar o topu o delikten geçirmeyi başarabiliyor zaten. Hatta sizinkinin bu işlem sırasında salyasının sol dudak köşesinden akmaya başladığı göz önüne alınırsa, biraz zorlandığı ve yaşıtlarının gerisinde olduğu bile söylenebilir. Lütfen şu kuruntularınızı bir kenara bırakın, anladık torun başka bir şeymiş ama insanı aile hayatından tiksindirdiniz, hayattan soğuttunuz.

İçimde bir gram yaşama isteği kalmadı yemin ederim. Biri bana tombul şişemi getirsin...

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Hey you!

Kendinden çok bahsedenleri sevmem.
Sorulmadığı halde fikir beyan edenleri sevmem.
Sürekli "Ben" diyenleri sevmem.
Aslında çok konuşanları zaten sevmem.

Kendini çok önemseyenleri hiç sevmem.

Fakat canım sıkılıyor ve vaktim bol ve söyleyeceklerim de...
Ve sanırım kendimi bu kadar çok sevmemeye ihtiyacım var.
O yüzden ben de bulaşıyorum bu illete.
Hoş geldim mi ki ne dersin?
Miki ne dersin?
Mickey ne dersin?