25 Ekim 2010 Pazartesi

The Flame!

10 yıllık rutin kırılmış da tarihi bir günmüş de bilmem ne... Rakibi dağıttığı halde gol atamayan, full gaz, sıfır skor takım var karşında! Takımımızın dertleri büyük a dostlar, tek maçla bitecek gibi değil. "Türk futbolu için tarihi bir gün bik bik..." diyenlere de sormak isterim: Türk futbolu ne ola ki? Hala ağız tadıyla futbol izlenmiyor bu ülkede, sene 2010 can dostlar! [O değil de... Hagi ve Tugay'ı ne özlemişiz be arkadaşş!]


Detoks kararı aldım! Sıfır sigara! Sıfır alkol! Sağlıklı beslenme! Bugünden başlayarak hem de. Tatlılar, abur cuburlar ve pilav... Size güle güle. Gelsin kerevizler, gelsin karnıbaharlar. Oooh! Karaciğerime sağlık! [Hem böylelikle sarhoş olup kendimi elin adamlarının kucağına atma, telefonda sevgili darlama, ağlak kız tribiyle iç bayma, sağlıklı ilişkiyi sabote etme vb eylemlerimin de önü kesilir belki ha?]



Detoks aslında böyle bir şey değil, değil mi? Ben yaptım oldu. Toksinlerden arınıyoruz işte. Maydanoz suyu içmesem de olur bence. [Maydanoz suyu da votkayla iyimi gider ne? Ama o zaman da botoks detoks bozuluyor işte. Ooo beybi, dilemma!]

Şu aşağıdaki şarkı çok malum bir kişi tarafından son derece malum bir internet sitesinde paylaşıldı. "Black Snake Moan filmiyle tanıdığımız cici abilerden şahane bir parça daha..." diyerek beğeninize sunuyorum. [Herifçioğluyla müzik zevkimiz de tuttu iyi mi? Boşa etkilenmemişim demek p.şttan!]

http://fizy.com/#s/1lu0u2




P.S: Black Snake Moan'ı izleyim derim. Eğer Samuel'e bayılırsanız, blues'un hastasıysanız ve "Müziğimi dinler, Ricci ablaya bakarım, film sikko olsa da olur" diyebiliyorsanız tabi...

22 Ekim 2010 Cuma

Another One Bites the Dust

Ay Hev Sam Kuvesçıns Vol. #2

Yan masamdaki iş arkadaşım bilgisayarı yavaş çalıştığı için sinirlenip 10 dakikada bir mouse'unu masaya çat çut vuran bir ablayken...
Karşı masamdaki endüstri mühendisi teyze, kızının yanağında durduk yere pörtleyen et benini doktora göstermeye gerek olmadığını çünkü babaannesinin bir haftadır okuyup üflemekte olduğunu söyleyen zihniyetken... İş dünyasından soğumam yine de yersiz midir? En azından günlerden cuma olduğu için sevinmem normal ama öyle değil mi?

 
Bugün Yabancı ile bir kez daha karşılaşma ihtimalim varken ve sevgilime çok aşıkken ve ikinci baharımızı yaşıyorken ama Yabancı'yı da tüm hafta kafamdan tam olarak silip atamamışken kendime nasıl mani olmalıyım? Yoksa mani olmayıp gidebildiğim yere kadar gidip sonra kendimden nefret edip intihara meyilli depresif kişiliğime rağmen hayatımı idame ettirmeye mi çalışmalıyım?


  


Bu yaşıma gelip bunca bilimsel hede okuyup teknolojik nevalelerle haşır neşir oldum ama hala aklımın yatmadığı bazı şeyler var. Bunların başındaysa fotoğraf makinesi geliyor. Yaşanmakta olan capcanlı ve gerçek bir anı dondurup kaydedebilmek gözüme mucizevi bir şey gibi göründüğüne göre, acaba çok mu idiyotum?


Yıllar yıllar evvel iken... Develer pireleri düdükler iken... Ben lisenin koridorlarını ergen kaşarlığımla arşışnlar iken... Televizyonlarımızı şenlendiren Johnny Depp'li Magnum reklamını internette bulabilen var mı?
(Hatırlıyorsunuz değil mi reklamı? Johnny saten çarşaflarının içinde çırılçıplak uyumaktadır ve odaya giren kadın en seksi sesi ile "Johnyy..." diyerek çarşafı aşağı çeker. Çarşaf tam pelvis kaslarına gelmiş iken hatun kişi Magnum'u görerek ona yumulur -Yataktaki pelvisine kurban Johnny'e yumulmak varken- Çarşaf, Johnny ve heyecanlı hayallerimizse yatakta kalakalır...)


Sol omuzun arkasına yaptırılan minik şirin tatlı cici bir dövme de minik şirin tatlı cici bir kızın kevaşe görünmesine yol açar mı? Yoksa hiçbir yere yaptırılan hiç bir dövmenin hiç bir kız üzerinde böyle bir etkisi yok mudur zaten?





Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Zihnimi meşgul eden sorunların sadece bunlar olmasına bakarak ne kaadr sığ bir insan olduğumu sizler de farketmişsinizdir sanırım. Ehe! Şaka yapıyorum.
Korkunç derinliklere sahip feylezof bir yapın vardır aslında. Sadece beynimi idareli kullanmaktan yanayım. Zeki olduğum kadar tutumlu, güzel olduğum kadar da küstahımdır!

FotoNot: Albert Camus'un Yabancı'sı hayatımda okuduğum en güzel kitaplardan biridir. şiddetli tavsiye etmek üzere apayrı bir yazı hazırlamayı düşünmekteyim bir ara. "Eyfel g.tüme, minare s.kime" moduna ihtiyacı olan herkesin şu andan başlayarak en yakın kitapçıya kadar koşmasını öneriyorum. Muc!

19 Ekim 2010 Salı

Humanism Sucks!

Gündem başlıklarından kısa kısa...

  • Kadınlarda or.spuluk switch'inin doğuştan "on" geldiğini kabul etmek femme familyasının da lehine diye düşünmekteyim. Zira bu şekilde tüm erkeklerin doğuştan or.spu çocuğu olduğu da açıklığa kavuşmuş oluyor.
  • Oyuncak arabaları "Dışş dışş" efektiyle çarpıştırarak eğlenen oğlan bebelerle, Call of Duty'deki askerleri "A.ına koduğumun i.neleri" efektiyle çarpıştıran herifler arasındaki paralellik erkek gelişim(!)inin ne de güzel örneği!

  • Barbie'yi giydirip süsleyip Ken'in koynuna sokan kız çocukları büyüyünce ayna karşısında saatlerce hazırlanıp kendilerini sokacak erkek koynu avlamaya çıkıyorlar ki bu da kadının gelişim(!)idir bence.

  • "Sizin de EQ'nuz yüksek cicim" diye uyutulan eksik IQ'lu dişi ahalisinin nasıl olup da dünyayı parmağında oynattığını sadece şu teoriyle açıklayabiliyorum: Erkeklerde bu ve şu arasındaki senkron bozukluğu! İkisi aynı anda çalışamıyor olsa gerek.

  • Deyişin doğrusu "Karun kadar zengin olacağına fındık kadar a.ın olsun" mudur yoksa "Dünya kadar aklın olacağına fındık kadar a.ın olsun" mudur diye tartışırken geçen gün, farkettik ki lafın girizgahına x değişkeni koymak kafi. Zaten x yerine ne koysan söz doğruluğunu koruyor.

Esenlikler dilerim...

15 Ekim 2010 Cuma

Mimi mi mama ma...

İlk mimim de mimlendiğine göre artık mimli bir bilokır sayabilirim kendimi değil mi?
Bilok dünyasındaki ilk terfimi almama vesile olan Lilja'ya buradan şubidi dubap bubap'larımı yollar ve konuya giriş yaparım:


Şimdi efenim mevzu tam olarak şöyle; yaşadığımız tüm sıkıntıları geride bırakıp, sevmediğimiz insanlardan, yapmaktan daral gelen işlerden uzağa bir tatile gidiyoruz. Bizi yolcu etmeye gelmiş üstelik gıcık olduğumuz herkes. Alayına çalımlı bir bakış fırlatıp arabamıza bindikten sonra, geride kalanları çatlatırcasına müziğin sesini sonuna kadar açıp, tozu dumana katarak oradan uzaklaşıyoruz. Şimdi sizden istediğim, mimlediğim herkes bindiği arabanın resmini ve son ses açtığı şarkının adını, sözlerinden bir bölümü ve söyleyen solistin resmini yayınlayacak.


Eğer pikap hastası olmamı garipsemeyecekseniz işte budur benim arabam:

Kendisi Nissan Navara olur, biraz eskidi belki bu model ama her daim gönlümün baştacıdır.

Pikabıma atlayıp saçlarımı savururken de arkamda kalanlara şunu çalıyor olacağım:
Iron Maiden - Can I play with Madness

Ahan da ayrın meydın ve de şarkının bir kısım sözleri:


can i play with madness
give me the sense to wonder
to wonder if i'm free
give me a sense of wonder
to know i can be me
give me the strength to hold my head up
spit back in their face
don't need no key to unlock this door
gonna break down the walls
break out of this bad place



Mişın ekamplişt diye düşünmekteyim.
Fakat son olarak benim de birilerini mimlemem gerekiyor sanırsam.

Bu nedenle de henüz arablarını/şarkılarını ize anlatmamış olanlardan Leah ve Hemera'yı seçiyorum.

14 Ekim 2010 Perşembe

Fixing a Hole

Gene bin türlü laflar hazırlamaktan alıkoyamadım kendimi. 

Önce dersimize çalışalım:

  • Bekaret Zarı tabir edilen beden parçası, tamamen hijyenik sebeplerle vajinanın iç kısmına konuşlandırılmış bir tasarım harikasıdır. Zira kadın cinsel organı fiziksel özellikleri gereği mikrop, virüs kapıp bakteri üretmeye oldukça müsaittir. Zarımız ise zararlı dış etkenleri içeri geçirmezken vücut sıvılarının dışarı çıkışına izin veren porlu bir yapıdadır. Mini mini kız çocukları sağlık bilincine sahip olacak yaşa gelene dek bu zar tarafından hastalıklardan korunmaktadır. Yani bir noktada, burundaki kıl ne ise vajinadaki zar da odur. 
  • İnsan evladı dediğimiz kişi özünde hayvanoğlu hayvandan başkası değildir. Bu nedenle de pek çok memeli hayvanın sahip olduğu temel içgüdülere sahiptir. Hormonları ve iç güdüleri ile hayvan olan birey, aklı ve kalbi ile insan olmaya çalıştığında bugünkü tek eşli ve duygusal temelli cinsel davranış biçimi ortaya çıkmıştır. Bu durum her ne kadar zorlama ve dayatma gibi görünse de çiftleşirken eşiyle yüz yüze duran hayvana -insan hariç- doğada pek rastlanmadığı göz önüne alınırsa; adaptasyon konusunda katettiğimiz yolun ne kadar büyük olduğu anlaşılacaktır.

Şimdi bu iki veriyi aklımızda tutalım ve bir hikaye yazalım:

Ehlileşmiş adam evrimleşmiş kadını sever. Sırf kendinin olsun ister. Kadın da ha keza. Başkalarına yaz gözle bakmamak üzere sözleşirler. Bir gün sevişmek isterler. Kadın reddeder. Çünkü zarı bir kez bozdurursa bir daha geri gelmez [Oysa kadın, sağlık bilincine sahip olacak yaşa çoktan gelmiştir]. Adam mecburiyetten(!) kadının eline, ağzına, zar olmayan muhtelif yerlerine girip çıkar. Tabi ki de yetmez [Çünkü insanlık, en zeki memeliye takılmış bir masktır]. Adamın önce gözü sonra kendi başkalarına kayar [Eninde sonunda bu da bir ihtiyaçtır]. Kadın bakar adam elden gidiyor, o da sevişmek ister ama öte yandan zardan da korkar. Bir gün zar korkusu g.t korkusunu bastırdığında kadının tepesinde bir ampül yanar ve anal müdahaleye göz yumar. Sevişmek gibi güzel bir ayini b.k yoluna harcarlar. Gel zaman git zaman birbirlerinden sıkılmaya başlarlar. Serde gençlik var, güzellik var. Başkalarıyla da olabileceklerinin ayırdına varırlar. Adamın vicdanı rahat, kızı bozmamıştır. Kızın gönlü ferah, zarı harcamamıştır. Medenice(!) ayrılırlar.
Adam başkasını bulur, zarsal muayeneden başarıyla geçen temiz kızın masumiyetine vurulur ve hikayesi loop'a girer.
Kadın başkasını bulur, zarsal muayeneden başarıyla(!) geçer. Yeni adam kadının masumiyetine(!) vurulur. Namusuyla(!) yaşayan kızımız(!) da böylece loop'a dahil olur, mutlu mesut yaşar.

Bakalım bu hikayedeki yedi bin beş yüz çarpıklığı bulabilecek misiniz? Ya da adamla kadın arasındaki 7 farkı? 7 Fark yok aslında. Tek fark var, o da kadının namusu(!) için kanıt gereci varken, adamınki için olmayışı. Bana kalırsa tüm hikaye böyle başladı...

Aslına bakarsanız kimseyi garipsemiyorum ben. Sevişmek ne kadar doğalsa buna sade seks olarak bakmak da öyle. Her önüne gelenle zevkten zevke koşmak ne kadar mantıklıysa evlenene dek kimseyle aynı yatağa girmemek de...
Lakin işler epey çarpıtıldı. Kavramların hepsi birbirine girip yukarıda bahsi geçen kutuplardakilerin hepsi "-mış gibi" yapmaya başlayınca da işin tadı kaçtı. 

Konunun beni üzen tek yanı bu işte. Yoksa zaten bana ne ki? Herkesin tuttuğu kendine!

7 Ekim 2010 Perşembe

Life is an Elevator

Yemeğe gittim, güzel vakit geçirdim, harika şeyler yedim, keyifle eve geldim, duşumu aldım, O'na "Yarın görüşelim" diye bir mesaj attım, yattım.
Ağlamaya başladım. Tam o sırada O aradı. Açtım, ağlayarak.
Kafası iyi, evde ot alemi...
Korktu ağladığımı duyunca, üzüldü bir de gerizekalı.

"Çok yalnızım" dedim.
"Ev arkadaşım yeni sevgilisiyle tavşan styla yaşadığından eve uğramıyor. Tesisat sorunları hiç bitmiyor. Ev şantiye halinde. Gece kafasını yastığa koyduğunda aklına geldiğim tek insan annem ve o da çok uzakta. Sevdiğim herşey geçmişte kaldı. Gelecekte beni cezbeden hiçbirşey yok ve bunları konuşacak kimsem yok." dedim.
Üzüldü salak. "Bilseydim gelirdim. Neden hiçbir şey söylemedin? Neden bu hale gelene kadar anlatmıyorsun hiçbir şeyi? Bir telefonuna yanındaydım oysa, çok yalnız bıraktık değil mi seni?" dedi. Gelmezdi halbuki. "Saçma şeylere üzülüyorsun, regl vaktin mi geldi?" derdi. "Gelmezdin ki!" diyemedim.
 Beni teselli edişini dinledim. Cevap vermedim, tartışmadım. Kendisinin bile söylerken inanmadığı şeylere inanıyormuş gibi yaptım.

Uykuya daldım. Gerçekten... Uykuya daldım!